6 Aralık 2011 Salı

Devinim

-"zaman" olgusunun hüküm sürdüğü her yerde, hepimizin hikayeleri birbirinin aynısı, bizler sadece birer "tik" ve "tak"ız- , dedim birine, sonra düşündüm ve korktum, “zamanı “tik” ve “tak”lar ile ölçmek ona saygısızlık mıdır?”, diye.

Zaman'ın büyüklüğünü insan, bir gün zamansızlığa eriştiğinde ne olacağını düşünmeden anlamıyor.Zaman bizlerle öylesine iç içe ki... Tarkovsky, Mühürlenmiş Zaman'da şöyle diyor:

“Ne tarih zamandır, ne de gelişme. Her ikisi de peş peşeliği belirtir. Zaman ise bir durumdur. Semender ateşte nasıl evindeyse, zaman da insanın ruhuna öyle yerleşmiştir, ona can veren öğedir.”

Varlığımızı terkettiğimiz zaman, zamansızlığa erişeceksek, kişisel zaman'da yok olacak demektir. Hepimiz kendi zaman birimlerimize sahibiz esasen.Oysa ki çoğumuz Dünya'nın fiziksel devinimini ölçtüğümüz saçma birimlere “zaman” ismini atfediyor, belki de böyle yaparak kendi benliğimizden kopardığımız “zaman”ın sorumluluğunu yaşlı dünyamızın üzerine atıyoruz. Farklı alemlerin kozmik tozları olarak, “Zaman”ın hükümdarlığında yok oluşa sürükleniyoruz.

Sürüklendiğimiz yok oluşta, sadece kaos var.Kozmos ile olan ahengimizi ise çoktan yitirdik.Kendi saçma ölçütlerimizin enkazındayız. Yüzyıllarca ütopya hayallerine dalmış uygarlığımız, “zaman”sız ütopya olmadığının ise farkında değil. Devinim sürüyor, Çavuşkuşu rehberlikten sıkılmadı henüz, hala “zaman” var...